Din, ahlak ve kültür eğitimi verirken, bu alanlardaki kimlik oluşumunda gözetmemiz gereken öncelik sıralaması ve pedagojik kurallar neler olmalıdır? Bu hususta, içinde yaşadığınız topluma ait, göz ardı edilmemesi gereken, realiteler ve zorluklar nelerdir? Son olarak, bu realiteler ve zorluklar bağlamında, çocuklarda ve gençlerde oluşmuş muhtemel duygusal bariyerler nelerdir?
GENEL BAKIŞ
Din, ahlak ve kültür eğitimi verirken, bu alanlardaki kimlik oluşumunda gözetmemiz gereken öncelikli konuları üç ana başlık altında incelememiz mümkündür.
Öncelikle, ebeveynler yetiştikleri kültür ortamı, aldıkları eğitim ve karakter yapıları itibarıyla çocuk eğitiminde değişik vartalara düşme, bazı handikaplara farkında olmadan girme olasılığını göz önünde bulundurmalıdırlar. O nedenle, öncelikle ebeveynler kendilerini iyi tanımalıdırlar. Çocuk eğitiminde neleri başarıyla sürdürebildikleri, hangi konularda zorlandıkları ve hangi konularda destek almaları gerektiği hususlarına ciddi kafa yormaları ve alternatif çözüm yolları üretmeleri sürecin sağlıklı sürdürülmesi ve olumlu sonuçlar alınmasında önemli rol oynayacaktır. Meselenin ebeveynlere bakan veçhi ile onlardan beklenen ve her yaş grubu çocuk için olmazsa olmaz ilk pedagojik kural iyi bir rol-model olma vasfıdır. Çocuk evde ibadetlerini tam yapan, peygamber aşığı, asla yalan söylemeyen, kendi kültür değerlerine sımsıkı bağlı, her bayramda akrabalarını ziyaret eden, uzaktaysa telefonla arayan bir anne ve baba modeliyle yaşıyorsa bu rol-model onun hayatına yön verecek, en önemli şuur altı müktesebatını ilmik ilmik dokumuş olacaktır. Tüm gelişme evrelerinde çocuk çok farklı problemlerle karşılaşsa bile onları doğru analiz edebilecek ve doğru kararlar almasına yardımcı olacak bir donanımda olacaktır.
İkinci husus ise, elbette, sağlıklı bir birey olarak yetiştirmeyi düşündüğümüz yavruları çok iyi tanıma, yaş psikolojisine uygun olarak onların öncelikli eğitim ihtiyaçlarını tespit etme, tespit edilen eğitim alanlarının kimler tarafından verilirse çocuğa en faydalı ve verimli olacağını hesaplama, çocuğun alıcılarının açıklığı nispetinde onu doğru besleme gibi hususlar karşımıza çıkmaktadır. Bu konuda aile, okul ve arkadaş çevresi devreye girecektir. İlgili bir ebeveynin çocuğunu evde aktif kontrol edebilmesi ve almasını istediği formasyonları eğlenceli bir atmosferde çocuğa sunabilmesi ne kadar önemliyse, okul ve arkadaş ortamlarına uzak mesafe yakın takip metoduyla vakıf olmak da o kadar önem arz etmektedir. Arkadaş ve okul ortamında gelişen durumlardan haberdar olan bir veli gerek duyduğunda müdahil olmaktan kaçınmamalıdır. Böylece meseleler büyümeden çözümler üretilmiş olacaktır. Bu durum çocuğu aşırı kontrol ve sıkma olarak algılanmamalıdır. O bakımdan böyle bir takibi, karşı tarafa onu ne kadar çok sevdiğini, onunla ne kadar ilgili olduğunu ve onun güzel bir insan olabilmesi için ne kadar fedakârlık yaptığını hissettirme gayreti olarak takdim etmek daha uygun olacaktır. Ebeveynin onun hayatında herhangi bir boşluğun oluşmasına fırsat vermemiş olması, çocuğun bir ömür boyu takdirle yâd edeceği bir gerçektir.
Üçüncü olarak, çocuğun yetişmekte olduğu kültür ortamının avantajları ve dezavantajları çok iyi analiz edilmelidir. Avantajları verilmesi hedeflenen eğitim adına olumlu kullanılmalıdır. Örneğin; doğru sözlü olma, sözünde durma, başkalarının eşyalarını izinsiz kullanmama gibi ahlaki değerlerin topluma mal olduğu bir kültür ortamında, bunların bizim değerlerimizdeki kulluk veya sevap-günah düzlemindeki karşılıkları çocuğa öğretilmeli. Bunları yapmasının bir Müslüman için mükafat anlamına geldiği işlenmeli. Konu ile ilgili müjdeleyici ayet ve hadisler ışığında, normal, insani, evrensel değerlerin bir Müslümanın niyeti ile sevaba dönüştüğü gerçeğinin, örnekleriyle yaş psikolojisine uygun şekilde çocuğa verilmesi oldukça etkili olacaktır. Dezavantajlar konusunda çocukla karşılıklı konuşmalı, anlayacak yaşta ise neler düşündüğü sorulmalı. Neden onlardan uzak durması gerektiği konusunda kesinlikle zorlama ve yaptırımlara girmeden çocuğun muhakemesine ve mantığına hitap edecek şekilde ikna ve tatmin edici açıklamalarla çocuğun konuyu anlaması ve kabullenmesi sağlanmalıdır. Bu gibi negatif konuları çocukla konuşmadan önce ciddi bir ön hazırlık yapma, değişik kaynaklardan bilgi toplama, istatistiklerden yararlanma, somut örnekler ve öğretici içerikler hazırlayarak, konu hakkında yeterli, ikna edici metotlar kullanarak çocuğu ikna etmek oldukça etkili olacaktır. Ayrıca çocuğun sorması muhtemel sorularına da hazırlıklı olmak, ona sunacağımız bilgilerin onun ruh dünyasında pozitif karşılık bulmasına vesile olacak ve en önemlisi de çocuk aklen, mantıken ikna olacaktır. Bundan sonraki evrelerde çocuk, içinde yaşadığı kültür ortamını doğru analiz etme yeteneği edinecektir. Neyin doğru neyin yanlış olduğuna kendisi karar verebilecektir. Bu durumda çocuğun bazen ruh dünyasında ikilemler, kendi değerleri muvacehesinde doğru ile yanlış arasında ciddi gelgitler yaşayacağı bir gerçektir. Öte yandan, birçok zaman doğru karar verebilecek ve iradesiyle günahlardan uzak kalabilecek ve onun mutluluğunu ruhunda hissedecektir.
Gelişmiş toplumlarda entegrasyon sorunu yaşayan çocukların kişilik bunalımları, kimlik arayışına girmeleri veya o toplumda kendilerini nerede konuşlandırmaları gerektiği konusunda gelgitler yaşadıkları başka bir gerçektir. Ayrıca çocukların sık sık okul ve arkadaş ortamlarının değişmesi de negatif bir etkendir. Bu durumun ebeveynlere ekstra bir sorumluluk yükleyeceği gözden kaçmamalıdır. Dil ise hususiyle ayrı bir etken olarak karşımıza çıkacaktır.
Bu tür toplumlarda çocukla veli arasındaki sıkı iletişim hayati önem arz etmektedir. Çocuğun yeterli arkadaş ortamının olmaması, toplumla iletişimindeki kültür ve dil farklılıkları gibi blokajlar, çoğu zaman çevresinde kendi ebeveyninden başka aynı kültür ve değerleri taşıyan insanların azlığı veya yokluğu, aynı yaş grubunda veya ona ağabeylik-ablalık yapacak rol-model bireylerin azlığı veya yokluğu tüm sorumlulukları velilere yüklemektedir. Bunun bilincinde olan bir veli alternatif çözüm yöntemleri geliştirebilir ve çocuğunun sorunlarını minimize edebilir. Aksi halde sınırsız özgürlükle tüm sorumluluğu kendi üzerinde hisseden çocukların nerde, nasıl kontrolden çıkacağını kestirmek kolay olamayacaktır. Evde bir melek gibi davranan çocuğun içine düştüğü vartalar gün yüzüne çıktığında anne-babalar kendi çocuklarını tanıyamamakta ve “Benim çocuğum bunu asla yapmaz” cümlesiyle aslında aralarındaki duygusal kopuşu itiraf etmektedirler. Ortaya çıkan olumlu veya olumsuz tüm sonuçları, esasında, yukarıda bahsi geçen üç ana konuda ebeveynlerin meseleye ne kadar ciddi yaklaştığı, bu konularda ne kadar bilinçli ve dikkatli olduğunun iz düşümleri olarak yorumlamak mümkündür.
REALİTELER VE ZORLUKLAR
“Çocuk eğitimde içinde yaşadığımız topluma ait, göz ardı edilmemesi gereken başlıca realiteler ve zorluklar nelerdir?” sorusunun cevabını birkaç başlık altında toplayabiliriz.
Eğitim sistemi-müfredat: Okullarda okutulan dersler ve konular çocukta Allah inancının gelişmesine direkt katkıda bulunmadığından, derslerin diliyle Yaratıcı fikri çocuklara aşılanmalıdır. Her sınıfın müfredatına uygun bir şekilde ek bir rehberlik ve dini bilgiler müfredatı hazırlanmalıdır. Bu müfredat mümkünse okul ortamında, değilse farklı ortamlarda uzmanlar veya formasyon almış kişiler tarafından uygulanarak ciddiyetle takip edilmeli, çocuğun ruhi beslenme ve gelişimi aynen fiziki beslenme ve gelişimi gibi ihmal edilmeden takip edilmelidir.
Okulların Durumu: Çocuklar eğitim gördükleri yerlerde spor dersleri, duş alma, tuvalet kullanımı, helal yemek gibi cevap verilmesi gereken çeşitli meselelerle karşı karşıya kalmaktadırlar. Bu tür konularda çocukları bilinçlendirme ve okul idaresine bireysel tercihleri belirtme öncelikli arz etmektedir. Çocuklara helal-haram kavramlarının işlenmesi ve nedenlerinin bilimsel olarak açıklanması tatmin edici olacaktır. Yukarıda bahsi geçtiği gibi çocuğu zorlamadan onunla karşılıklı konuşma ve ikna etme yöntemiyle bu hususlarda doğru davranışlar edinmesini sağlamalıyız. Yine diğer hususlarda olduğu gibi bu konuda da çocuğun özlem çektiği, görüp yiyemediği yiyeceklerin helal versiyonlarını farklı ortamlarda ona tattırarak, “Burada yiyemiyorum ama annem evde yapar”, “Ailecek hafta sonu beraber yaparız” gibi düşünceler tesis etmek onun bu özentisini ve özlemini kısmen de olsa giderecektir.
Kız-erkek münasebetleri, cinsel eğitim ve aşırı serbestlik: Çocuklarımızın en çok zorlandıkları ve bazen kontrol etmekte zorlandığımız bu konularda yine ebeveynlere oldukça fazla sorumluluk düşmektedir. Bu konulardaki dini çizgi ve müsamaha gösterilen yerler iyi analiz edilerek ilgili yaşlardaki kız-erkek cinsel eğitimlerinin uygun kişiler tarafından verildiğinden emin olunmalıdır. Çocukların bu konuları internet gibi kontrolsüz bir alandan öğrenmelerine fırsat verilmemelidir. Yaşları büyüdükçe çocukların bu konulardaki karşılaşmaları muhtemel durumları, ortamları iyi analiz edip bu alanda da salih daireler oluşturma; sosyal alanlarda karşılaşabilecekleri olumsuzlukları minimize edecek sosyal projeler, etkinlikler, meşgaleler üretme, sadece erkeklerin/kızların katıldığı spor kulüpleri gibi alanlarda meşgul olmalarını sağlama etkili olacaktır. Bu hususta ergenlik dönemi sorunları ayrı bir başlık olarak ele alınması gerek bir konu olarak karşımızda durmaktadır.
Alkol- sigara-madde bağımlılığı: Bu konuların da başta bilimsel olmak üzere dini ve ahlaki boyutları detaylıca çocuklara anlatılmalıdır. Bizler bu konulara çok uzak ebeveynler olarak çocuğumuza bu konularda bir şey anlatma ihtiyacı duymayabiliriz. Ama bu konular da hassasiyetle ele alınması gereken meselelerdir. Özellikle okullarda bu işin hangi yöntemlerle başladığı ve sonuçları konusunda çocuklara/ gençlere gerekli formasyonlar verilmelidir. Zira “Çocuğum bunlarla alakası yok, aklına düşürmeyelim” fikri bazı şeyler için geç kalınmasına neden olabilir. Unutmamamız gereken en mühim hususlardan birisi iletişim çağında çocukların bilgiye çok hızlı ulaşabildiğidir. Eski devirlerde 20’li yaşlarda öğrenilen bir husus, günümüzde 5-6 yaşına çoktan öğrenilmiş olabilmektedir.
Eğlence türleri ve mekânları: Müslüman duygu ve düşüncenin ürünü olmayan eğlence mekanları ve aktiviteleri göz önünde bulundurulunca, birçoğuna bizim çocuklarımızın katılmaları veya gitmeleri pek uygun durmamaktadır. Bu boşluğun giderilmesi adına muadil şartlara yakın salih ortamlar oluşturmalı ve çocukların helal dairede eğlenmesi sağlanmalıdır. Doğum günü partileri, arkadaş ziyaretleri vs. gibi aktiviteler bu minvalde ele alınabilir.
Dil öğrenme ve adaptasyon: Dil öğrenme konusunda ebeveynler de en az çocuklar kadar kendilerini dili öğrenmeye mecbur hissetmeli ve o topluma entegre olmanın başka yolu olmadığını bilmelidirler. Bu konuda, ebeveynler yaşlarına bakmadan iyi bir rol-model olma gayreti içeresinde olmalıdırlar. Dil adaptasyonun anahtarıdır. Hem global dünyada birkaç dil bilmenin sıradan bir şey halini almakta olduğunu varsayarsak bizlerin de en azından yaşamayı planladığımız ülkenin dilini bilme zorunluluğumuz olduğunun farkında olmalıyız. Hem öğrendiğimiz hakikatleri aktarma hem de o ülkedeki güzellikleri anlama ve alma dil ile olacaktır. En güzel tarafı da dil vesilesiyle güzel ve kalıcı dostlukların kurulacak olmasıdır.
Bunların yanında içinde yaşadığımız topluma ait, göz ardı edilmemesi gereken, insani, ahlaki realiteler ve kazanımlar da mevcuttur. Yukarıda bahsi geçen hususları gölgede bırakacak kadar çok olumlu özelliklerin toplum bazında olması, esasında ebeveynlerin işini oldukça kolaylaştırmakta ve onlara sadece tabir yerindeyse bunların adını koyarak hayata geçirme fırsatı tanımaktadır. Okuma alışkanlığı, araştırmaya teşvik, bilgi beceri, el sanatları, güzel ahlak, selamlaşma, dürüstlük, kul hakkı, yardımlaşma ve dayanışma, paylaşma, sosyal imkânlar, hor görmeme, kurallara uyma, zamana riayet, disiplin, temizlik ve hijyen, insana kıymet verme, hayvan ve doğa sevgisi vs. gibi birçok konuda hemen herkesin bilinçli ve seviyeli davranışlar sergilediği toplumlarda meselelerin %80’ini toplum içerisinde, sosyal alanda çocuklarımız öğrenmiş olacaklardır. Bu tür toplumlara uyum sağlayamayan ebeveyn ve çocuklara destek vermek ve bu hasletlerde eksiklerini tespit ederek en kısa zamanda tamamlamaya çalışmalarına yardımcı olmak gerekmektedir. Geriye kalan %20’lik bölüm ise dinin teorik kısmıdır. Güzel huy ve hasletleri karakter haline getirmiş insanlar haddi zatında birer güzel rol-modelidirler. Bu bağlamda teori kısmını öğrenmek oldukça kolay ve keyifli olacaktır.
DUYGUSAL BARİYERLER
“Çocuklarda ve gençlerde oluşmuş muhtemel duygusal bariyerler nelerdir?” sorusuna da birkaç başlık altında cevap verebiliriz.
Ebeveyn boyutu: Bu konuda eğitim seviyesi yüksek olan velilerde bile sıkça görülen “bakış açısındaki inhirafların” en önemli rolü oynadığı kanaatindeyim. Özellikle ebeveynlerin yaşadıkları veya yaşamak zorunda oldukları ülke ve insanı hakkındaki pozitif ve negatif duygu ve düşüncelerini bir filtreye tabi tutmadan çocukları önünde paylaşmalarından kaynaklanan sıkıntılar olduğuna şahit oluyoruz. Bu açıklamalar çoğunlukla çocukların duygu ve düşünce dünyasında bir bakış açısı geliştirmekte ve bu bakış açısının maalesef genelde olumsuz olduğu gözlemlenmektedir. Bu nedenle ebeveynlerin öncelikle kendi bakış açıları ve beklentilerini yeniden bir süzgeçten geçirmeleri gerekmektedir. Varsa olumsuz düşünceleri bunu alanında uzman birkaç insanla mütalaa edip “realite hakikaten olumsuz mu yoksa sadece kendileri mi o meseleyi olumsuz görüyorlar” sorusuna cevap aranmalıdır. Akabinde çocukların bulunduğu ortamlarda pozitif bir bakış açısı geliştirilmeli, çocukların muhtemel negatif duygu ve düşünceleri açığa çıkarılmalı ve bunların konuşulması sağlanmalıdır. Bu konuşmalarda esasında negatif görülen birçok meselenin birçok pozitif yönleri olduğu, içlerinde birçok fırsatları barındırdığını fark edecek ve yaşadıkları toplumla aralarındaki bağlar daha da güçlenecektir.
Özellikle disiplin, kurallara uyma, düzenli okuma ve ders çalışma alışkanlığı konularında zorlana çocukları incelediğimizde karşımıza enteresan veriler çıkmaktadır. Bu tür öğrencilerin büyük ekseriyetinin velileri okulla iş birliği içerisinde olmayan/olamayan, çocuğu bir mesele aktardığında tek taraflı onu dinleyen ve doğru kabul ederek hükmeden, genelde çocuktan yana tavırlar sergileyen ebeveynler olarak karşımıza çıkmaktadırlar. Bu tür davranış içerisinde olan velilerin en çok zararı kendi çocuğuna verdiğini fark etmeleri gerekir. Zira öğrenci ile iletişimde zorlan öğretmen ve okul yönetimi veli desteğiyle bu durumu daha hızlı çözüme kavuşturabilmektedir. Bu konuda iş birliği içinde olmayan veliler haddizatında durumu zorlaştırmakta ve çocuğunun eğitimine negatif etki etmektedir.
Yurt dışında azınlık psikolojisiyle büyüyen çocuklar/gençler: Bu çocukların ebeveynleri genelde çocuğuna çok acır, onun akraba ve vatan sevgisinden mahrum olduğunu düşünür, yeteri kadar kendi dilini konuşan arkadaşı olmayışını çok ciddi bir eksiklik olarak görür. Tüm bunlardan mahrum bir çocuğu mutlu etmek için istediği her şeyi alma, her istediğini yapma, “daha çok zorlamayalım” düşüncesiyle çocuğun başarısızlıklarını önemsememe, yaptığı hataları görmezden gelme ve aşırı öz güven telkin etme gibi oldukça sakıncalı yöntemler takip ederler. Bu formatta yetişmiş, öz güven patlaması yaşayan çocuklar/gençler kolay kolay kimseyi beğenmez ve aşırı eleştirel yaklaşımlara sahip olurlar. Bu duygusal bariyeri aşmanın en etkili yöntemi onu topluma karıştırma, ona hatalarıyla yüzleşme fırsatı verme ve sosyal dünyadaki realitelerle iç içe yaşayabileceğini öğretmek olmalıdır. O ülkede yaşayan, belki de çok zor ve kısıtlı imkânlarla hayata tutunmuş insanların başarı öykülerinden bahsetmek etkileyici olacaktır.
Yurt dışında gettolaşma: Bu realite, yurt dışında yaşayan muhafazakâr insanların birçok zaman düştükleri vartalardan birisi olarak karşımıza çıkar. Ebeveynler, çocuklarına ve kendilerine sosyal hayattan izole edilmiş tamamen kapalı devre çalışan bir alan oluşturur ve ülke/toplum gerçeklerini görmezden gelirler. Bu tür çocukların yok denecek kadar az yerli arkadaş veya insanla muhatap oldukları ve ülke gerçeklerinden kopuk yaşadıklarına şahitlik etmekteyiz. Bu tür ortamlarda yetişen çocuklar topluma entegrasyon sorunu yaşar, dil öğrenimleri güdük kalır. Sosyalleşme sürecinde bocalarlar. Ne tamamen yaşadıkları toplumda kaybolma ne de bu şekilde gettolaşma makul görülemez. Bu konuda orta yolu tutturmak daha çok o toplumun bir ferdi olabilme eğilimi gösterme sonuçları itibarıyla daha hayırlı olacaktır.
Yurt dışına sonradan çıkan çocuklar/gençler: Bu grup başlarda tabii olarak oldukça ürkek ve çekingen davranır. “Acaba dili öğrenebilir miyim?”, “İnsanlar ne der?”, “Ya başaramazsam?” gibi birçok soruyu içlerinde sürekli alıp verirler. Zamanla çok hızlı aşacakları bu konularda ihtiyaç hissedilirse başlarda destek verilmeli ve motive edilmelidirler. İlerleyen zamanlarda da işi lakaytlığa vurmalarına fırsat vermeden sürekli önlerine hedefler konmalı ve motive edilmelidirler. Başarmaları durumunda maddi-manevi kazanımları onlara uygun bir dille anlatılmalı ve sorumluluk almaları sağlanmalıdır. Ayrıca yurt dışında yaşayan insanların vizyoner bakış açıları, dünyayı doğru okuma ve analiz edebilme kabiliyetleri çok iyi inkişaf edeceğinden, daha vizyoner bir dünya insanı olabilme imkânı elde ettikleri ve bunu başarabilecekleri gerçeğini görmeleri sağlanmalıdır.
BİTİRİRKEN
Özellikle Hizmet Hareketi gönüllülerinin özelinde gözlemlediğim birkaç hususu da burada dile getirmede fayda mülahaza ediyorum. Hizmet toplumu gönüllüleri gönüllü olarak her türlü insanın yardımına ve meselesine çözüm bulma adına büyük fedakârlıklara yapabilmeleri, kendi özellerinden taviz vermeleriyle ünlüdürler. Bu özelde taviz verme meselesi çoğu zaman kendi çocuklarını da kapsamakta ve onları ciddi ihmal etmelerine sebep olabilmektedir. Kendi evladıyla ilgili meseleleri yine bünye içinde ilgili şahısların ilgilenip çözdüğü varsayımıyla tabir yerindeyse şahsi sorumluluklardan kaçmaktadırlar. Özellikle yurt dışında, çevrelerinde yeterli eğitmenin olamayışını, çocukların yaş grupları ve cinsiyetleri çok farklılık arz ettiğinden her bir çocuk için kendi yaş grubuna uygun grupların oluşamamasını veya yeterli ilginin olamayışını öğrenilmiş bir çaresizlik olarak sineye çekmekte ve kendi özelinde çözüm üretmekte zorlanmaktadırlar. Çocuklarının giyim kuşamlarında, yeme-içme ve eğlenmelerinde oldukça fedakâr bu veliler nedense onların manen beslenmeleri, ruh dünyalarındaki inkişafları gibi konularda aynı titizliği maalesef gösterememekte ve bunu hep bir başkasından beklemektedirler. Oysa, Allah evladın terbiyesi ve din eğitimini anne babanın sorumluluğuna vermiş ve belli bir yaşa kadar vermesi gereken formasyonlarını da belirlemiştir. Hal böyleyken başka bir bireyin meselesini çözmek için toplantı üzerine toplantı yapmaktan, günlerini ve gecelerini vermekten zerre yorulmayan bu insanlar ihtiyaç halinde bir dostu bir saatliğine ziyaret için ülkeler arası seyahat bile yapabilirken, kendi dizlerinin dibindeki evlatlarına birkaç dahi ayırmamaktadırlar. Bu meselenin yine bakış açısıyla alakalı olduğu noktasına dönüp bu konuya tekrar kafa yormaları gerektiği konusuna dikkat çekmekte fayda mülahaza ediyorum. Zira şartlar oluşmuyor diye ihmal edilemeyecek kadar çok kıymetli olan kendi evlatlarımızın da bu toplumun sağlıklı ve donanımlı yetişmiş fertleri olmaları gerekmektedir.
Psikolojik olarak ciddi araştırma ve analizlere ihtiyaç duyulduğunu düşündüğüm bir başka husus, ebeveynlerde görülen davranış bozukluklarıdır. Özellikle yeni nesillerin çocuklarına taparcasına hayatlarını tamamen kendi çocuğunun etrafında kurguladıklarına şahitlik ediyoruz. Kendi çocuğu her yerde, her şeye özgürce ulaşıp, kırıp dökerken veya başka çocuklara zarar verirken sesleri çıkmayan ebeveynler, aksi durumda kıyameti koparabilmektedirler. Başkasının evinde veya özelinde çocuk ortamdaki herkesi rahatsız edecek kadar özgür davranıp kırıp dökerken bu duruma anne-babanın sessiz kalması pedagojik açıdan problemli durmaktadır. Çocuğunun herkesi rahatsız eden davranışlarının ebeveynleri rahatsız etmeyişini, buna müdahale etmemelerini ve bu davranışların arka planındaki sebepleri anlamak için etraflıca bir psikolojik analiz gerektirmektedir.
Diğer bir husus, yine Hizmet Hareketi gönüllülerinin özelinde, yurt dışında yaşayan diğer fertler, hiçbir imkânları olmasa bile bile kendi çocuklarına gerekli eğitim ve formasyonları büyük oranda verebilecek eğitim seviyesi ve tecrübeye sahip olmalarına karşılık bu konuda çok zayıf ve yetersiz kalmaktadırlar. Üzerinde kafa yorduklarında, daha önce hiç düşünmedikleri insanlardan bile çocuğunun manevi yönden yetişmesi konusunda yardım alabileceklerini görecek, her şeyi kendi mahallesinde çözme eğilimi ve beklentisinden vazgeçip global dünyada olduklarını anlayacak ve bazı konuları yeni yurttaşlarının çok daha güzel öğrettiklerine şahit olacaklardır. Bediüzzaman Said Nursi’nin ifade ettiği, “Zira helâl dairesi geniştir, keyfe kâfi gelir. Harama girmeye hiç lüzum yoktur.”1, her şeyin orta yolunu bulma, ifrat ve tefrite düşmeme anlamında “sırat-ı müstakim”i takip etme ve “müspet hareket etme” gibi düsturlar hayatımızın her alanında olduğu gibi evlatlarımızı yetiştirmede de başvuracağımız altın birer rehber olarak karşımızda durmaktadır.
[1] Bediüzzaman Said Nursi, Sözler, Altıncı Söz