Düşüncelerimizi toplumla paylaşmak, sesimizi duyurmak, bir hususla alakalı nerede durduğumuzu mantıki insicam içinde sunmak, hayatı yorumlama gayretimize zaman ve mekanları aşarak başkalarını da ortak etmek, toplumsal düşüncenin gelişimine fikri katkıda bulunmak ve hadiselerin penceremize akseden halini paylaşmak fert ve insan olarak çoğumuzun arzusudur.
İçinde yetiştiğimiz kültür, zaman, eğitim şartları, kişilik özelliklerimiz, toplumdaki ifade özgürlüğü ve sosyal imkanlar bu isteğin ne tür bir formatta ete kemiğe bürüneceğini belirleyen unsurlar arasındadır. Sanat, aktivizm, edebiyat, hayır faaliyetleri, siyaset, eğitim, medya gibi alanlar içimizde oluşan düşünceleri ve tercihleri ifade edebileceğimiz farklı formatlar ve platformlardır. Bu alanlardan biriyle hayata rengimizi çalabilir, o formatla şekillenebilir, hayat yolculuğumuzu zenginleştirebilir ve gelişimimizi kemale erdirmenin yollarını arayabiliriz.
Bu yazıda mezkur gelişim ve ifade formatları arasından ‘yazı yazma’ üzerinde durmak istiyorum.
Bir yerde makale yazmak ve düşüncelerimizi paylaşmak, alışmadığımız takdirde, bize çok zor gelen bir durum olabilir. Bunun sebepleri arasında temrin eksikliği, usül ve format bilgisizliği yada, en basit haliyle, yazmayı gerekçelendirme problemi olabilir. Hayat maceramızı ve bundan edindiğimiz bilgi, tecrübe, bakış açısı ve tercihleri başkalarıyla yazılı olarak paylaşmak bize mevcut yetişme ve kültür ortamımız itibariyle yabancı gelebilir. Eğer yazmayı sadece belli maksat ve iş kategorilerine hasretmişsek, yazının hikmet-i vücudunu ve kendi varlıksal gelişimimize ait yanını ihmal edip sadece pragmatik yönüne odaklanmışsak, yazı bir zevk ve tekamül vesilesinden ziyade ağır bir külfete dönüşebilir.
Bu noktada yazmanın zihni, manevi ve toplumsal gelişimimize tekabül eden ve adeta bir vecibe hissi veren yönlerini ele almak istiyorum. Şimdi dilerseniz bu yönleri, yazmanın genel mantığı ve kendi kültür dünyamız itibariyle yazmaya motive edebilecek hususlar çerçevesinde mütalaa edelim.
Sistemli Düşünme
Bir ev taşıdığınızı ve elinize geçen eşyaları hangi odaya ait olduğunu hiç düşünmeden boş gördüğünüz bir yere gelişi güzel koyduğunuzu düşünün. Böyle bir taşınma metodu, takdir edersiniz ki, yeni yerleşilen ev içinde neyin nerede olduğunu ve nereye ait olduğunu bulma şeklinde ikinci bir taşınma ve yorgunluk külfetine sebep olacaktır. Aynen bu temsilde olduğu gibi, ‘zihin evimiz’e her gün hislerimiz yoluyla bir çok bilgi parçası girmekte ve bize teslim edilmektedir. Eğer bu bilgi parçalarına ait önceden hazırladığımız bir yerimiz ve odamız yoksa, yapacağımız iş, o anlık telaşı geçiştirmek için uygun bulduğumuz bir yere bilgileri istif etmek olacaktır. Fakat bu kısa vadeli çözüm uzun vadede zihni karmaşaya, unutmaya ve gereksiz bir bilgi kirliliğine yol açacaktır. Evin bir yerine koyduğunuz fakat yerini bilmediğiniz eşyaları tekrar satın aldığınız yada eskisini bir yerde çürüttüğünüz gibi, zihninizde dağınık bir şekilde duran bilgiler de benzer bir akıbete uğrayacak ve aynı şeyleri tekrar tekrar öğrendiğiniz halde neyin ne olduğunu ve nerede olduğunu belirleme zorluğu çekeceksiniz. Diğer bir tabirle dağınık bir zihne sahip olacaksınız.
Bu düzensizliği ve israfı önlemenin ve zihnimize giren bilgileri rantabl şekilde değerlendirmenin en güzel yolu yazıdan geçmektedir. Değişik zaman ve vesilelerle elde ettiğimiz dağınık bilgileri ve fikirleri belli başlıklar altında yazı olarak toplayıp, faydasızlarından kurtulmak bizi büyük bir yükten ve ‘ne bilip bilmediğimiz’ belirsizliğinden kurtaracaktır. Ayrıca böyle düzenli bir dosyalama sistemi oluşturmamız, o hususa dair yeni gelen bilgileri ve fikirleri daha hızlı değerlendirmemize yardımcı olacak, seri kararlar almamızı temin edecek ve bizi dağınıklıktan kurtaracaktır.
Ev düzeninde genel geçer bir kural vardır: “Her şeyin bir yeri olmalı ve her şey yerinde olmalı”. Bu şekilde zihnimizdeki bilgiler için birer yer meydana getirdiğimizde daha sistematik ve net düşünebilmemiz mümkün olacaktır.
Toplumsal Gelişime Katkı
Yazı yazmada şahsen beni motive eden bir diğer husus, çok şey aldığım, istifade ettiğim, geçmiştekilerin fedakarlıkları ile teşekkül etmiş insanlık medeniyetine ve tecrübesine kendi sınırlarım içinde mütevazi bir katkıda bulunabilmek ve bir perspektif sunabilmektir. Her bir insan bu hayatta kendi imkanları ölçüsünde bir ilim edinmektedir. Bu ilmin kimisi düzenli bir eğitimle elde edilmekte kimisi ise bizzat hayatta yaşanan zorlu tecrübelerle kazanılmaktadır. Netice itibariyle ikisi de ilimdir. Kimi insan bu ilmi daha organize bir şekilde okullarda öğrencileriyle paylaşırken, kimi insan da daha dar bir çevrede hayatı beraber tecrübe ettiği kişilerle paylaşmaktadır. Bu ilimlerin kimisi kitaplara geçirilmekte kimisi ise dilden dile sözlü bir yolla aktarılmaktadır. Geçmişte yaşamış bir çok peygamberin, ehli hikmetin ve ilim sahibinin müktesebatı yazılı, sözlü ve fiili olarak nesilden nesile geçmiş ve bugünkü medeniyetin temellerini oluşturmuştur. Her insan, büyük yada küçük, sahip olduğu imkanlar ölçüsünde kendisine bahşedilen ilmi, tecrübeyi, görgüyü ve bu aleme ait şehadetini çevresiyle paylaşarak, burada bulunmanın bir nevi sadakasını ifa etmelidir ki, paylaşılan bu tecrübe katlanarak artsın, insanlık ve varlık hakikatını daha şümullü bir şekilde keşfetmemize vesile olsun.
Şehadet, Takdir yada Geri Bildirim
Dini ve manevi gelenekler, adeta gizli bir hazine iken şuurlarımızda ve his dünyalarımızda bilinmek üzere kainatı var eden ve bizleri takdir edebilme yetileriyle donatan yaratıcı kudreti nazarlarımıza sunmakta; bu varoluşun tüm nimetleri yanında, fıtri eğilim olarak hissettiğimiz, bir kısım sorumluluklarını da vurgulamaktadırlar.
Sürekli şuurlarımıza ve hislerimize çarpan varlık tecellilerini anlamlandırmak, bir bütünlük ve ahenk içinde ifade etmek, kendi varoluşumuzla ilişkilendirmek ve içimizde uyardığı manaları derleyip onları uyaran kudrete arz etmek, var olmanın bir nevi gereği ve fıtri neticesi olarak karşımıza çıkmaktadır.
Bu kadar güzelliğe ve uyarıcıya maruz kalıp da bir tepki vermemek, takdir etmemek, yokmuş gibi davranmak ve manalandırma gayretine girmemek, adeta fıtrat ile çatışmak ve kullanılmayan mevcut yetileri israfa terk etmek manalarına gelmektedir. Bu hakikatı esas alan dini gelenekler, sürekli tecelli eden zengin varoluş karşısında yanıt verme, düşüncesini ve hissini ifade etme, varlıktaki güzellikleri ve sahibini takdir etme gibi, insana düşen sorumlulukları dualar ve ibadetlerle bir düzen ve formata oturtmaktadırlar.
Düşünün ki, sizler sanat ve estetikten anlayan 500 kişi milyonlarca insan içinden seçilseniz ve çok büyük masraflarla inşa edilmiş bir sanat galerisine fikirlerinizi, müşahedelerinizi ve takdirlerinizi ifade etmek üzere, tüm masraflarınız ve ihtiyaçlarınız karşılanarak, çağrılsanız. Bu galeride bir müddet durduktan sonra herkesin gözü sizin üzerinizdeyken ve sizden bir değerlendirme beklerken, bir şey söylemeden ve sanki hiç bir şey olmamış gibi yiyip, içip gitseniz. Sizce bu durum nasıl bir garabet arz eder?
Aynen bu misal gibi, bizler gelişmiş şuurumuz ve hislerimizle, görebildiğimiz varlıklar içinden seçilen, bu dünya galerisine getirilen ve her türlü ihtiyaç ve masrafları karşılanan o 500 kişi gibiyiz. Her gün varlık adına bir çok şeye şahit oluyor, tadıyor, yaşıyor ve hissediyoruz; varlık envanterinden farklı eşya ve hadiseler dikkatimize arz ediliyor. Düşünmemiz, analiz etmemiz ve bir sonuca varmamız için vakit veriliyor. Birini beğenmezsek başkaları geliyor, tercihlerimize hürmet ediliyor ve saygın bir araştırmacı gibi muamele görüyoruz.
Bizden geri bildirim isteyen tüm bu tezahürler, önümüzde arz u endam eden varlıklar, farklı kombinasyonlarla manalar derleyen hadiseler, adeta dile gelip bizimle konuşuyor ve şu soruyu soruyor: “Bunlar hakkında ne düşünüyorsun?”
Tüm bu sanat performansları ve tezahürler sergilenirken ve adeta varlık bir kanaat işitmek için ağzımıza bakarken, sanki hiç bir şey yokmuş da boş bir duvarı izliyormuşuz gibi, herhangi bir kanaat ifade etmeden bu dünyadan yiyip içip sessizce ayrılsak…bu nasıl bir garabet teşkil eder sizce? İşte bu noktada, hayranlığımızı, tecrübelerimizi ve bu varlık galerisi hakkındaki mütalaalarımızı anlatmak ve ifade etmek bizim üzerimize adeta bir vecibedir ki, dini geleneklerdeki övgü, hamd ve takdirin de özü bu mütalaaların ifadesinden ibarettir. Yazılı, sözlü yada hali formatlardan biriyle bu mütalaaların ifadesi gelişimin ve varoluşun da önemli bir buudunu teşkil eder.
Tefekkür
Yazı yazmada diğer bir husus ise yazının çevremizdeki eşya ve hadiselere bir tefekkür gayretiyle bakmaya ve bunları anlayıp anlamlandırmaya bizi teşvik etmesidir. Çevremizdeki eşya ve hadiseleri hallaç etme, çeşitli terkip ve tefekkürlerle manalar devşirme ve arkalarındaki türlü hikmetleri kavramaya gayret etme varoluş bilincimizi derinleştirmeye ve bu varoluşta bize biçilen rolü anlamaya / anlamlandırmaya vesile olacaktır. Her gün yaşadığımız türlü hadiseler bizi tefekküre, düşünmeye ve akıl melekemizin hakkını vermeye davet etmektedir. Bu noktada yazma, mezkur tefekkür işinin bir düzene oturmasının önemli bir vesilesidir.
Muhasebe
Yazının diğer bir güzelliği yaşadığımız hayatı her gün sorgulayabilmemize imkan vermesidir. Yaşadığımız hayatta bir anlam kayması, tezat veya boşluk varsa bu yazı aynamızda kendini çok daha net gösterir. Yeter ki, biz kendimize karşı samimi olalım. Yazı bu noktada ‘neden, niçin’ gibi sorulara cevap aradığımız, kendimizle yüzleştiğimiz, güzel yada çirkin, iç dünyamızı temaşa ettiğimiz bir penceredir. Bu pencereden temaşa neticesinde, hayatındaki çarpıklıkların farkına varan kişi zamanla onların üstüne gidecek ve onlarla mücadele edecektir. Bu yüzleşmede yazma hayati bir rol oynamaktadır.
Zaman ve Mekan Üstü İletişim
Son olarak, yazma iç dünyamızı başka insanlarla zaman ve mekan üstü bir buutta paylaşmaya ve gelecekten dostlar edinmeye vesile, adeta sihirli bir aygıttır. Mesela, Mevlana’yı düşünün. Bizden 8 asır önce yaşamış ama hala gönlünün derinliklerindeki duyguları bize duyurabiliyor. Yada uzak kıtalarda yaşayan insanları düşünün. Yazdıkları bir yazı ile kilometrelere meydan okuyup bizim zihnimizin derinliklerine, gönlümüzün en ücra köşelerine nüfus edebiliyorlar. Aynı zamanda bizim de onların en derin duygularını ve düşüncelerini görmemizi sağlıyorlar. Bu tarifi imkansız bir görüşme, konuşma ve tanışma yoludur.