Bu makale toplumsal kaderciliği ve bu kaderciliğin oluşumunda otoriter devlet kültürünün ve bunu destekleyen dini argümanların rolünü analiz etmektedir.
İnsanlık tarihi kadar eski kader-irade tartışmalarında nerede durduğunuz neşet ettiğiniz kültürel havzaya ve sosyo-ekonomik şartlara göre bir uçtan bir uca savrulabilmektedir. Oluşumları yüzyıllar süren kültürel havzalar, içinde neşet eden fertleri, aileleri, müesseseleri, cemaatleri, teşekkülleri ve devletleri kendilerine has metotlarla yavaş yavaş şekillendirmektedirler. Bu şekillendirme konularından biri de otoritenin icraatları, tercihleri, meydana getirdiği zorluklar, belirsizlikler, adaletsizlikler ve keyfilikler karşısında göstereceğiniz tepkinin nasıl olacağıdır. Elbette bu tepki kader ve irade anlayışlarıyla da yakından ilişkilidir.
‘Olana ve ölene çare olmaz’ deyişi özellikle zorlu hadiseler karşısında değiştirme imkanımız olmayan hususları kabullenme ve enerjimizi değiştirebileceğimiz hususlara teksif etme adına önemli bir düsturdur. Deyiş zamanın ve ölümün geriye döndürülemez hakikatini ifade etmekte; ayniyle değişimi mümkün olmayan hususlarda teselli, tamir ve alternatif bulma yoluna gitmeyi önermekte; değiştiremediğimiz hususlarda olanı kader kabul etmeyi, bir mana bulmayı, takdirin arkasında yatan ilim ve hikmeti anlamaya çalışmayı, güzellikler-dersler çıkarmaya bakmayı ve yola devam etmeyi salık vermektedir.
Olana ve ölene karşı sergilediğimiz bu teslimiyet acziyetimizin bir tezahürüdür ve bizi küçük dünyamızdan çıkarıp kendi ötemizde bir gücün ve takdirin varlığına uyandırmaktadır. Bu iki durum karşısında hissettiğimiz acziyetin bir benzerini sorgulanamayan, hesap vermeyen, ezen, amansız keyfi güçler karşısında yaşarız. Fert karşısında bin bir türlü silahla donanmış otoriter devlet tam da böyle keyfi bir gücün timsalidir.
Organize olan bu aygıt:
- Her gün hayatınıza müdahale ettiğinde ve geri döndürülemez biçimde şekillendirdiğinde;
- Yaptığının mutlak kabulünü talep ettiğinde ve kabülü tahakkuk için güç kullandığında;
- İcraatları karşısında herhangi bir gücünüz olmadığında yada var olanı elinizden aldığında;
- Değiştirmeye çalıştığınızda sizi türlü yollarla alt ettiğinde;
- Gücü ile sürekli acziyetinizi hissettirdiğinde,
değiştirmeye güç yetiremediğiniz ilahi kader ve otoriteye karşı sergilediğiniz benzer bir kabul ve kader mantığını zamanla bu gücün icraatlarına ve sahiplerine karşı da sergilemeye başlayabilirsiniz. İlahi kader ve kısmete yönelik kullandığınız tavır ve dili bu aygıtın faaliyetlerine yönelik de kullanabilirsiniz. Bu aygıtın karar vericilerini şuuraltınızda bir nevi kader yazıcılar olarak algılamaya başlayabilirsiniz. Zira, kader konseptinin ve yaratıcısının işmam ettiği bir çok özelliği bu aygıt da misliyle sergilemektedir ve huzurundaki acziyetinizi yüzünüze her daim haykırmaktadır.
Ayrıca, kaba kuvvetle acziyetinizi hissettiren bu güç, bir kısım zihin kodlarıyla oynayarak da bu acziyeti perçinlemektedir. Kültürel olarak zihnimize kodlanmış, devlet iradesi ile İlahi iradeyi özdeşleştiren ve ferdi pasif bir konuma zorlayan şu ifadeler otorite algımız ve otorite karşısındaki duruşumuzu da şekillendirmektedir:
- Nasıl olsa sözümüz ve gayretimiz bir şey değiştirmeyecek
- Ne geliyorsa razı olmaktan başka çaremiz yok, devletle kavga olmaz
- Zaten büyüklerimiz daha iyi bilirler, biz devletten daha mı doğru düşüneceğiz
- Sultana isyan ve fitne çıkarmak büyük günahtır
- İtaat eden herkes akılsız bir sen mi akıllısın; itaat et kurtul
- En kötü devlet devletsizlikten iyidir
- Sultan Allah’ın yeryüzündeki gölgesidir; onun icraatlarına karşı gelmek Allah’a karşı gelmektir
- Sultan Allah’ın halifesinin halifesidir, dolayısıyla Allah’ın temsilcisidir.
Bu şekilde din dilini ve argümanlarını kullanarak faaliyetlerine meşruiyet zemini oluşturan ve “icraatları sorgulanamaz, hikmetlerle doludur, Allah’ın temsilcisidir ve kader gibi kabul edilmelidir” konumuna yerleşen bu otorite, faaliyetleri ve keyfilikleri ile ferdin hareket alanını iyice daraltmakta ve gücü karşısında ferdi pasif ve edilgen bir hale sokmaktadır.
Bu durumda, araya net bir çizgi çekemeyen, iradesini kullanıp değiştireceği ve değiştiremeyip gönül rızasıyla kabulleneceği hususları birbirine karıştıran çoğunluk, ‘kudreti sonsuz’ devleti karşısına alıp riskli tecrübelere girmek yerine güvenli olanı tercih etmektedir. Böylelikle iradesini kullanıp değişimi destekleyenler gün geçtikçe yalnızlaşmakta, marjinalleşmekte ve toplumda ‘uydumculuk’ bir norma dönüşmektedir.
Zamanla kökleşen ve sorgulanmazlığı her geçen gün tescillenen devlet aygıtı ilahi bir güç gibi kutsanmaya ve mutlaklaşmaya başlamaktadır.
Bu algısal, kültürel ve dini dönüşüm/sapma devlet aygıtını elinde tutanlarla halk üzerinde farklı tezahürler meydana getirmektedir.
Güç karşısında iradesi preslenen, sorgulayamayan, aklını ve vicdanını bastırmak durumunda kalan fertler şu tür semptomlar sergilemeye başlamaktadırlar:
- Cesaret kaybı
- Sönükleşme
- Kendini değersiz addetme
- Doğruları haykıran vicdanı ile bağını koparma
- Gelene ağam gidene paşam kültürü geliştirme
- Risksiz hayatı ‘maceralara’ tercih etme
- Keyfiliği rasyonelleştirme
- İlme, mantığa, iradeye ve adaletin tesisine olan inancını yitirme
- Uzun vadeli planlar yapamama
- Otorite figürleri karşısında ezilme ve ikinci sınıf tavırlar sergileme
- Sorgusuz itaate alışma ve muhakeme becerilerini bastırma
- Teşebbüs ve organize olma yetisini kaybetme
- Gerçeklikten koparıcı alışkanlıklarla ve ritüellerle teskin olma
- Olağan dışı hallere, kurtarıcılara ve kahramanlara bel bağlama
Fertlerde bu tür tezahürler ortaya çıkarken, devlet aygıtını elinde tutanlar, tutma potansiyeline sahip olanlar yada sonradan o aygıtı kontrol edenler için ise şu durumlar söz konusu olabilmektedir:
- İradesi ellerinden alınan halk kitlelerini “gütme” hakkına sahip olma
- Bu yarı-tanrısal imtiyazları elden kaçırmamak için caydırıcı tedbirler alma
- Keyfiliği bir hak olarak görmeye başlama
- Kontrol harici teşebbüsleri otoritesine karşı bir tehdit olarak algılama
- Vehimlere dayalı kontrolcü uygulamalar geliştirme
- Zorlayıcı üstünlük tavırları, kostümleri, adetleri, sembolleri, hikayeleri ve beklentileri sergileme ve oluşturma
- Tabiiliğe, sadeliğe ve kendiliğinden gelişen teşebbüslere karşı tahammülsüzlük
- Mikro yönetim eğilimleri gösterme
Ferdi potansiyelleri bastırma ve katı bir kalıba ifrağ etme üzerine kurulu bu düzen, zamanla sahiplerinde kontrol endişesi ve paranoyayı artırırken, halkta ise tamiri nesillerce sürecek kadercilik, donukluk, tatminsizlik, karakter bozulması, iç-dış ahenksizliği, hayatta kalma önceliği, vasatlık ve eziklik gibi semptomlara sebep olmaktadır.
Böyle bir ortamda neşet eden fertler ve hareketler, her ne kadar değişim ve dönüşüm için yola çıksalar da, oluşumu yüzyıllar süren ve çok derinlere nüfuz eden alışkanlıkları, güç konumunda yada güç karşısında refleks olarak sergileyebilmekte ve yüzeysel değişimlere aldanarak kökleşmiş bu alışkanlıkların tesirini hafife alabilmektedirler.
Derin analizlere, problemlerin oluşum tarihine vukufiyete, farkındalığa, uzun vadeli plan, adanmışlık ve gayretlere bağlı köklü reformlar çoğu kez kısa vadeli kazanımlara feda edilmektedir.
Toplumsal kaderciliğin oluşumu, boyutları, devamiyeti, devlet gücünün ve bu gücü ikame için kullanılan dini argümanların kadercilikteki rolü gibi hususların anlaşılması ve uzun vadeli tedbirlerin hayata geçirilmesi ferdi ve toplumsal gelişimin temini adına önemli adımlar olacaktır.
Anahtar Kelimeler: authoritarianism, holly state, legitimacy, divine right of kings, human agency, free will, fatalism